3 Aralık 2008 Çarşamba

annelik üzerine


Aslinda bugunlerde kendimle ilgili yazmak istiyorum. Yazan herkes bunun icin yazmiyor mu biraz? Kendini anlamak, kendini eşelemek biraz daha, bu değil mi amaç.. kendiyle meselesi olan insanlar yazarlar. Baskalariyla değil. Benim kendimle meselem ne? Galiba yazdıkça anliycam bunu, yazmadan bilse yazar mi ki insan? Yazmaz...

Mesela neden 10 koca yıl bekledim anne olmak için. Yaş 35’e gelmese belki hala sorguluyor ve kaçıyor olacaktım. Neydi beni bu kadar ürküten... annemle yaşadığım başarısız anne-kız hikayesinin, bir başka versiyonunu (bu kez tersinden) tekrar yaşamak ve bir başkasına bunu yaşatmak korkusu mu? en derinde bu var sanki...

Belki bunun için kızım olmasından hep korktum. Yok, kız çocuk sahibi olmak hiç de kolay değil. Sürekli bir karşılaştırma var kafamda, hesaplaşma... “bak annen gibi yapıyorsun, yapma bunu” diyor kafamda bir ses... sanki erkek olsa bilemezdim bu kadar net, nasıl etkileyeceğini yaptıklarımın, söylediklerimin. Daha bilinmez olurdu ilşkilerdeki sebep-sonuçlar. Ama şimdi hep tetikteyim...

Derdim biraz bunu aşmak, hep içimden “ben annem değilim ki” diyorum. “seni seviyorum; seni sen olduğun için seviyorum” diyorum. “seni kafamdaki kız yapmak için uğraşmıyacağım hiç bir zaman” diyorum. “kısıtlamayacağım, hesap sormayacağım” diyorum. “yalan söylemek zorunda kalmayacaksın bana” diyorum. “sana güveniyorum” diyorum. Ama gene de korkuyorum...

Bir çocuk sahibi olmaya karar verdiğim o günleri hatırlıyorum. “Hayat risk almaktır” demiştim kendi kendime. “Bir sürü insan var bak çevrende, annelerine ‘annecim’ diyebilen”. Ben anneme “anne” diye bile seslenemediğim için, hep hayrete düşürmüştür ve imrendirmiştir beni bu sevgi ilişkilerini gözlemlemek. “Başarabilirsin sen de. Bazen yaşanan olumsuz deneyimler, insanların doğruyu bulmalarını kolaylaştırmaz mı?” diye yüreklendirmiştim o dönem kendimi. “hele bir de başarırsan bunu; o gerçek, koşulsuz sevgiyi tadabilirsen, işte bu hayata bedel bir deneyim olur”...

Sevgi açı olmak ne kötü, nasıl seveceğini bilmemek... Ben hiç bebek almamıştım elime, kızım doğana kadar. Kendimi inandırmıştım buna “bilmediğin birşey bu: sevgi sözcükleri mırıldanmak, sıkıca sarılmak, okşamak, seni sevebilirimi karşındakine hissettirmek”. “Yok, bebekler anlar benim sevmeyi bilmediğimi ve ağlarlar şimdi elime alır almaz” diye düşünürdüm hep.

Hastanede kucağıma verdiklerinde Deniz’i ilk defa, “ben ne yapıcam şimdi, yalnız bırakmayın beni bununla” diye bağırmak gelmişti içimden. Evinin dışında biryerde olmanın verdiği tüm rahatsızlığa rağmen, etrafta koşturan hemşireler güven vermişti bir yandan da bana. “Eve gidince o ve ben olucaz, nasıl olucaz??” diye deliler gibi endişelenmiştim. İşin komik yanı bana yardım etmek üzere annem gelmişti İzmir’den. Annem, anne olmama yardım edecekti!

Hamileliğim süresince annelikle ilgili konulardan çok, fiziksel olarak karnımdaki canlıya zarar vermemek üzerine yoğunlaşmıştım. Doğum sonrasında ne olacağı ise bir bilinmezlikti benim için. Şimdi düşünüyorum da; ilk günlerdeki, hatta haftalardaki, gazdan dolayı bebeğin sürekli ağlaması, uykusuzluk, perişanlık aslında insanın duruma uyumunu kolaylaştırıyor. Sorgulayamıyorsunuz bir sürü şeyi. Bitkisel hayatta gibi geçiyor saatler, günler, haftalar.. Arada sırada tavana vuruyor sinirler, sabır taşıyor. Odaya kapanıp, avaz avaz ağlıyor insan ve sonra hiç birşey olmamış gibi çıkıp görevinin başına dönüyor. Tempo düştüğünde ise o küçük canlıya alışmış ve kabullenmiş oluyorsun artık: Hayat bundan sonra onunla devam edecek. Yalnız değilsin hiç bir şekilde. Kendini bir başkasıyla paylaşıyorsun. Hem de hiç adil olmayan bir şekilde (hele ilk zamanlar en az %90’nın ona ait).

Zor zamanlar ilk aylar, insan geriye dönüp baktığında nasıl dayandım ben buna diyor? Yazacak çok şey var... çok bunaldım, hala bunalıyorum.

Ama her duyduğumda kalbimi güm güm çarptıran birşey söylüyor artık kızım. “annecim” diyor bana arada sırada.. ve ben bu nasıl oldu hiç bilmiyorum. İçten içe ümitleniyorum. Olacak galiba...
Gözde
bağlantılar:

Hiç yorum yok: