23 Kasım 2012 Cuma

mazi kalbimde yaradır




bir kız çocuk erkeklere yönelse bile hala annesinin destek ve ilgisini özler. kızlıktan kadınlığa geçtiklerinde, kadınlar, anaç bakımın bu yönlerinin kaybını içlerinde taşırlar. bu bakımın yerine hiç bir şey geçemeyecektir. kadınlar erkeklere annelik yaparak bakarlar ama kendileri bundan mahrum edilmiş olur. bu bakım gereksinimleri yitirişle eksilmez." luise eichenbaum&susie orbach
bir gece vakti dank diye anlamak. kızları henüz uyutmuş, üstlerini örtmüşken. odalarının sıcak ışığından karanlık koridora çıkar çıkmaz anlamak. koridorun cehennem kayıkçısının yeraltı nehrine dönüşmesi. nereye gidiyorum? nerdeyim? hayatım neresi? evim neresi? aşk nerede? üstünü annelikle örttüğüm kadın nerede? jülyen doğranmış dolmalık biberlerin arasına mı saklandı; kızlarımın mis kokulu saçlarının arasına mı?
aşk yok, yok, yok. gözyaşlarım onun için akıyor bu kez. bu yaşlar yanaklarımı yakıyor.
hani genç bir kadın vardı: şiirler okuyup şarkılar söyleyen, çiçekler toplayıp yastıkları süsleyen. kaygısız, derin uykularından uzun saçlarını savurarak uyanan. yanıbaşındaki sevgilinin kollarına hasretin ateşiyle atılan. dudakları öpülmekten yorulan o kadın nerde? tavuk çorbasının şehriyeleri arasına mı karıştı; kızların çoraplarının arasına mı?
aşk yok artık hayatımda. hafızası silinmiş gibi yaşayadururken, neden bu koridorda karşıma çıktın kharon? altın bir sikkem yok sana verecek. bu kıyıda bırak beni. bu kıyıda arayacağım aşkımı, kendimi. bakacağım bu akışkan aşk çamaşır makinesinin yumuşatıcı gözüne mi kaçtı?

d.

14 Kasım 2012 Çarşamba

feminist fiona?


şrek'in fiona'sının feministleşip feministleşmediği meselesi internetin tartışma konuların biri haline gelmiş. başka bir gerçeklikte şrek'in kurtarmaya yetişemediği fiona kendi kendini kurtarmış, yeşil-dev özgürlük hareketinin başına geçmiş meğer. ama sonunda şrek onun kalbini yine kazanıyor ve o da çocuklarının anası şrek'inin karısı olduğu gerçekliğe geri dönüyor. bunun feminist olup olmadığı tartışılır. ama ben fiona'nın en başından beri feministlerin uğraştığı şeylerle uğraştığını ve bunu da iddia edildiği gibi yüzeysel yapmadığını düşünüyorum.

fiona'nın dev ve prenses gerilimi başlıbaşına bir dr. jekyll ve mr. hyde efendime söyleyim bir kurt kadın hikayesi. onlardan farklı olarak psikanalizin aydınlattığı karanlık tarafımızın beklenmedik tatlılıklarını barındıran bir karakter ama fiona. kadınlığa geçiş hikayeleri erkekliğe geçiş hikayelerinden daha tehlikesiz olduğundan değil. "çirkin" bulduğumuz, kimseye göstermemeye çalıştığımız tarafımızın insan (dev!) tarafımız olduğunu ve seven sevilen tarafımızın da o olduğunu aşikar eden bir karakter olduğu için. dev fiona prenses fiona'dan daha komik, daha sevecen, daha savaşçı ve açıkçası o ukala, soğuk, sıska kızdan daha GÜZEL!

fiona'nın savaşçı karakterinin çocuk bakımıyla mücadelesinde ortaya çıkması da rastlantı değil bence. çocukların doğumuyla artık seyircinin prenses fiona görünümlü dev fiona karakterli bir kişilik olmasından -iyi ki- umudu kestiği fiona önce dev fiona görünümlü prenses fiona olarak karşımıza çıkar. kuzu kuzu evin ve çocukların bütün işini yapmakta, şrek'in homurtularıyla başetmektedir. -alo fiona, burada işe yaramayacaktıysa karanlık tarafının ortaya çıkmasından ne anladık? deriz. ama fiona şrek'i boşayıp kraliyet ailesinin atıl duran imkanlarını çocuk bakımı için seferber etmeden şrek fiona'nın karanlık tarafının gücünü kendi kendisine fark eder. hem de kendi karanlık tarafını ehlileşme süreçlerinden kurtarmaya çalışırken. işte şrek'in o fiona'yla hiç tanışmamış olduğu gerçeklikte şrek kurtarmaya yetişemediği için kendi kendini kurtarabilmiş ve özgürlük hareketinin başına geçmiş olan fiona güzel/bütün bir karakter olarak orada ortaya çıkar. gariptir, bu mücadele zemini ve zamanı eşsizlik ve çocuksuzluktan gelmektedir ama ancak eş ve çocukların yüküyle boğuşulan diğer gerçeklik gerçek olduğunda ortaya çıkabilmiştir. yani iki gerçeklik birbiriyle zaten bağlantısız değildir. o yüzden fiona'nın "dönmesi" de bir yenilgi, savaşçılığının sona ermesi vs. değil, o yükü canını dişine takmış çekerken ne büyük bir savaş verdiğinin ancak iki gerçeklikle birden anlatılabileceğinin bir hikayesidir. iki gerçeklikle birden, çünkü sevgi ve özgürlük ancak birbirlerinden doğmalarına rağmen birarada yaşanamıyorlar. zaten o yüzden birbirlerini doğurup duruyorlar. şrek'in erkeklik: imkansız iktidar versiyonu da bu ikilemden çıkıyor. ama fiona gücü istememe gücü ile iki dünyayı biraraya getiriyor...

                                                                                                                                            elif

8 Kasım 2012 Perşembe

göbeği içe çekmek vs nefesi serbest bırakmak

iki sezaryenden sonra göbeğimi zaptetmekte zorlanıyorum. değişen bedenim ve şehirde bir oraya bir buraya gidip, sık sık yürüyüş yapamayışım duruşumu da zorladı. o yüzden kendimi kamusal ortamlarda daha tedirgin buluyorum. bir yandan da fark ediyorum ki göbeğimi serbest bıraktığım ve/ama diri durduğum ortamlarda kendimi daha bütün hissediyorum. kendimle bütün, yaşamla bütün. üstelik bunun tersi de doğru. yani normalde kendimi bütün hissedeceğim ortamlarda göbeğimi çektiğim anda o bağlantı da kopuyor sanki. halbuki serbest ama diri bir duruşla insan zihnini ıvır zıvırdan boşaltıp gerçek olana odaklanabiliyor.

migrenin omuzlarımdaki gerilimle ilişkisini fark edeli bir süre oluyor. ama ne kadar gevşersem gevşeyim bu gerilim geri geliyor. birdenbire dank etti. omzumdaki gerilimin göbeğimle ilişkisi. göbeği içe çektikçe omuzlar da kamburlaşıyor ve geriliyor. göbeği içe çekmenin daha iyi bir duruş sağladığını söyleyenler yanılıyor. o güzel dik duruşu vücudu diri tutarken göbeği serbest bırakmak sağlıyor (aşağıda defne suman'dan tarifi var). serbest bırakmak ve ciğerlerinin sadece tepesi değil alt kısmıyla da nefes almak.

 annemin bana daha çocukken göbeğini içine çekmenin ne iyi olacağını söylediği anı dün olmuş gibi hatırlıyorum. ne zor diye düşünmüştüm, o da... annem yalnız değil, bu fikre tek başına da varmış değil. internette de bi dolu bunun karın kaslarını güçlendireceği öğüdü var. aslında karnı içe çekmek ve serbest bırakmaktan oluşan bir egzersiz gerçekten kas yapabilir ama her zaman sıkılı tutmak sadece bedensel gerginliğe ve ciğerlerin üstünden nefes almaya teşvik ettiği için stresli hissetmeye de yol açıyor ilginçtir.

konuyla ilgili güzel yazılar da var ingilizce olaraktan. güzel bir tanesi şurada bir başkası da bu.

zeyl:
sonuçta herşey nefeste başlıyo nefeste bitiyo, mütemadiyen göbeğini içine çekmiş ünlüler ve mankenlerin fotoğraflarına bakarak nefesten vaz mı geçicez?


uzman görüşü:
limonlu turtanın yorumu üstüne yogadaki durumu anlatması için defne suman'a ve tıbbın tecrübeli ve aklıbaşında bir yorumu için fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı müge yetener'e başvurdum. ikisi de sağolsunlar hemen cevap verdiler.

defne suman dedi ki:

"çok iyi bir konu bu. iyi ki gündeme getirmişsin. benim tecrübe ve eğitimlerime dayanarak söyleyebileğim şey şu:
yoga hareketleri sırasında karnı içeride tutmak, evet önemli ve yoganın başlıca unsurlarından biri. ancak bunu yaparken karın kaslarını değil, çok daha derindeki bir mekanizmayı kullanıyoruz. o mekanizma da perineum, pelvik tabanın nefes alirken yukarı doğru çekilmesiyle hareket geçiyor. bu hareketi yapınca göbek deliğinin arkası omurgaya doğru çekiliyor ve yoga nefesi sırasında karın-omurga yakınlığını korumak pozların doğru yerden kuvvet alması açısından çok önemli. banda diyoruz bu duruma. merkez ve omurga arasında bağ kurmak için bandaları yapıyoruz. ancak bu söylediğim bağ kasları kasarak, sıkarak değil, nefesi doğru yönlendirerek yapılan bir şey. bu sebeple başlangıç aşamasındaki öğrencilere bu teknikten bahsetmiyoruz. hatta onlara daha karnı serbest bırakmalarını söylüyoruz ki, karına inen nefes enerjisini hissedebilirler. yogada kastığın, sıktığın her kas enerji akışını bloke edecektir. o yüzden önce yumuşamak çok önemli.
meditasyon ise tamamen başka bir konu. meditasyon hiç efor harcanmaması işin özü. dolayısıyla karın yumuşak, nefes doğal olmalı. özellikle karnı şişirmek anlamına gelmiyor bu dediğim. bırak nefes nereye gidersen gitsin. meditasyon aşamasına geldiğimizde artık banda kullanmıyoruz.
günlük hayatta ise karnı mümkün olduğunda yumuşak bırakmak gerek. duygular da orada sıkışıyor. bir kez daha tekrarlıyorum ama, karnı yumuşak bırakmak oraya nefes almak, karnı şişirmek anlamına gelmiyor. diyaframın hem üst, hem de alt tarafını kullanabilmek önemli ama kasları sıkmadan.
leslie kaminoff çok iyi bir nefes hocası. cdleri, kitapları var. bu konuda bilgli edinebilirsin.
umarım yardımcı olmuşumdur."
bu mesaj gerçekten çok yardımcı oldu. bu arada kaminoff'un da nefes meselelerine damardan girdiği şöyle güzel bi vidyosu var ismini araştırınca çıkan pek çok şey içinde.

sağolsun müge yetener ise şöyle dedi:

"bu göbek çekme kas kuvvetlendirmek için yapılıyorsa sürekli göbek çekik dolaşmak saçma..zira karın kaslarını kuvvetlendirmek için yapılan, bilinen bir dolu egzersiz var. bunları haftada en az 3 kere yapınca 1 ayda sonuç alınıyor (tecrübe ile sabit).

bunları yapmadan sürekli içe çekik dolaşmak içeri çekilecek göbek bulunduğu ve dahi egzersiz yapılmadığı fikrini uyandırıyor. ha egzersiz yaptın ve hala göbek tahta gibi değilse o zaman yaş ve yağ dağılımı gibi genetiksel ve yaşamsal faktörler var demektir ki ya kendinle barışman, ya da liposakşın yaptırman gerekir :)
"kıçı içeri çekmekten" ben bizim pelvik tilt dediğimiz egzersizi anlıyorum ki onu da sürekli yapmanın bi anlamı yok. bu egzersizin amacı ise, bel çukurluğu eğer fazla ise, karın da dışa çıkık görünür. bel çukurluğunun fazlalığı ya bel kaslarının zayıflığından ya da yapısal olarak bel kavisinin derinliğinden olur. böyle bir durumda ayrıca ayakta durmakla artan bel ağrıları da olabilir. daha önce yazdığım mantıkla, evet bel kaslarını güçlendirelim ama hala bel çukursa yapısal nedenler var demektir ki kıçımızı içeri çekerek dolaşmak bu kez de beden yapımıza ters bir duruşu bedene dayatmamız anlamına gelir ki taşıma suyla nereye kadar.."

ben de ona dedim ki:

"yalnız bişi merak ettim: içine çekmediği halde tahta gibi göbeği olan çok çok zayıf ve anatomisi öyle olan bir azınlık diye düşünüyordum, sen daha iyi bilir daha objektif karar verebilirsin. değil mi yoksa? yani yogadan yay gibi olanların ya da çocukların bile saldıklarında bi göbek çıkıntısı yok mu?"

o da bana dedi ki

" ya elbette...tahta gibi de hoş değil ayrıca...bi parça göbek hoş bi kıvrım değil mi..."

olma mı!

"bence bu belli bir şekilde görünmek zorunda hissetmekle ilgili, ve "beden yapımıza ters bir duruşu bedene dayatmamız" bedenimizin ve ruhumuzun dengesini ciddi sakatlayan bişey"

dedim, o da şu güzel sözlerle bitirdi

"evet katılıyorum çok güzel ifade etmişsin. önemli olan bu dayatmaların dışına çıkabilmek. birbirimize "başka aynalar" oluşturabilmek. kadınları bedenlerine yabancılaştıran bu sektör, "hiç bir zaman yeterince güzel olmadığımız, 20 yaşında bile yeterince genç, pürüzsüz ve mükemmel olamayacağımız ideolojisini ruhumuza sızarak/ sızdırarak işliyor. bi sabah bütün kadınlar kendilerini güzel, tam ve mükemmel bularak uyansalar dünyada ne çok şey değişirdi...neredeyse, belki de her şey :))"

başka aynalar oluşturabilmek niyeti ile...

edit: güzel bi site daha buldum konuyla ilgili: http://loveyourbelly.com/excerpts/index.html
hatta tam da konuyla ilgili olarak: http://loveyourbelly.com/excerpts/six-pack.html kısaca sadece içine çekmek değil, karın kaslarını sıkılaştırmayı abartmak da hayatiyetinizle bağınızı keser diyo.

http://www.nourishing-the-soul.com/2010/11/belly-battle/ burada da yorumlardan birinde bir kadın, hep göbeğim bana ihanet ediyor gibi geliyordu ama galiba ben onunla savaşırken esas ona ihanet ediyormuşum diyor...
                                                                                                                                            elif