annelik bir olgunluk timsali gibi geliyor akla. bu doğru da. o yüzden hiç tahmin etmezdim anneliğin ileri bir delilik kaynağı olduğunu. olgunluğun o delilikle baş etmekten, baş etmek zorunda olmaktan başka çaren olmamaktan gelebildiğini. ya da bazen gelemediği halde öyleymiş gibi yapmaktan başka çare bulunamadığını...
aslında şaşacak ne var: doğum sonrası depresyonu, siyah süt meselesi hep delilik alameti.
temizlik takıntıları da mesela anne deyince akla gelen şeylerden biri, bakınız ekşi sözlük'te anneli temizlikli şeyler araması... ben de esas bundan söz edicem burada.
ben bu annenin temizlik takıntıları meselesini daha çok orta sınıf kadınların ne yaparsa yapsınlar eve kapatılmışlığı ile ilgili bir delilik olarak düşünürdüm. o yüzden bunlarla baya bi mücadele ettim. şöyle seve seve dipli köşeli temizlik yapabilmeye bu durumla hesaplaştığım tezimi yazmaya başlayıp rahatlayınca başladım. okullarda öğretilen bilgilerin, mesela en bilimsel temizlik bilgileriyle de temellenseler eğitim ya da bilim, canlıları, canlılığı, hayatı değil kendini, eğiticileri, bilim-insanlarını önemsedikçe sadece soyut alanlar olan bilime, eğitime, bazı bilim-insanlarına ve eğiticilere yaradığını ama eğitilenin, en güzel bilgilerden bir demet eline tutuşturulmuş da olsa hayatını pek çok arazla sürdürdüğünü vs. gördüm. örneğin temizlik herşeyin üstünde bir değer gibi değil yaşamaya yardımcı bir değer olarak düşünülebildiğinde bir araz değil bir araç oluyor. ama bir toz zerresine tahammülü olmayan misyoner mantık kız enstitülerinde, hemşirelik okullarında, kolejlerde temizliği dikte ederken onun hayatta kalmak için ne kadar önemli olduğunu söylese de hayatla olan bağlantısını koparıyor... tezi yazmak iyi oldu çünkü isyan ettiğim ama bir türlü tam niye isyan ettiğimi ifade edemediğim bu mantık onunla kavga ederken de insanı içine alıveriyor. çünkü kavga ederken de, hatta reddederken de hayatını kavga ettiği şeye indirgeyebiliyor insan... ama sırf bunu fark etmekle de olmuyor. temizliğin dikte edilen kısmını ayıkladım, lazım olan kısmını aldım diyelim. bu sefer de evin içinde temizlik konusundaki işbölümü meselesi var mesela. neden karı koca çalışmamıza rağmen temizlik benim sorumluluğum? neden bu adaletsizlikten tek kaçış birisinin gelip bize yardım etmesiyle oluyor? sonra, bütün bunlara rağmen ve bütün bunlarla birlikte temizlik için dayanılmaz bir arzuyu, obsesif bir herşeyi potansiyel olarak kirli görme halini bebek doğunca yaşadım. o ana kadar kavgamın bu hiç hissetmediğim duyguyla olduğunu bilmiyordum. o anda da hemen öğrenebilecek durumda değildim. ama o zaman dış dünyayla kir savaşım başladı. evi kurtarılmış bir bölge olarak görme eğilimi vs.
o aralar hamamlarla ilgili çalışıyordum. hamamlarının en temel antropolojik meselemiz olan kir-temizlik, yalnızlık-birliktelik ikiliklerine çözüm getiren bir yerken nasıl kendisi pis addedilmeye başlayan bir yer olduğuna bakıyordum. bu meseleler üstüne düşünmek de bu bana en doğru şeymiş gibi gözüken temizlik takıntısıyla başa çıkmakta, bunun problemli olduğunu görmekte, görsem de bişey yapamadığımda üstüne gitmekte beni destekledi. ama kendimde ve arkadaşlarımda bunu görmeye devam ediyorum ara ara.
bunun daha da patalojik, ama birçok annenin kaçamadığını düşündüğüm bir aşaması da ikinci çocuk doğduğunda bu sefer uğruna dünyaya el yıkattığın birinci çocuğu bir kontaminasyon kaynağı olarak görmeye başlamak. neyse ki ikincide artık pek çok konuda daha rahat hissettiğin için ve belki de bazen artık temizlik obsesyonu ve temizleme zorunluğu senin ve tepesinde terör estirdiğin herkesin gündelik alışkanlığı haline geldiğinden birincisi kadar şiddetli olmuyor takıntı ve dışavurumu. ben de bunu ufak çapta hissetsem de atlatmam garip bir şekilde birinci temizlik atağını atlatmamdan daha kolay oldu. bu durumu daha çok bu pis bulunan birinci çocuk ben olduğum için biliyorum, belki de o yüzden, acısı gayet dolaysız bir şekilde bildiğim için atlatmak kolay oldu. ayrıca bu obsesyonların kendimi kardeşim otuz senedir bebek olmamasına rağmen hala eve her türlü yabancı maddeler benden gelirmiş gibi görülen şahsımı en azından bu cendereden çıkarıp temizlik dünyasının cevval savunucusu mertebesine erdirme işlevi olduğu da bir gerçek. nasıl kilo problemlerinde aslında gerçek kaçış hikayeleri var, temizlik obsesyonunda da bazen böyle bir yaftalamadan, kadın olduğun için pis addedilmekten vs. bir kaçış saklı. bu ikisi birbirini doğurabilir de zaman zaman. yani kadın olduğu için pislikle özdeşleştirilmiş olan bir kadın, anne olduğunda bu yaftalamalardan temizlik obsesyonuyla kaçıp, kaçamadığı kısmından da ilk çocuğuna yansıtarak kurtulabilir. o yüzden de bir yandan yapacak en doğru şeyin her duruma uygulanacak bir temizlik olduğu düşüncesinde çoklu konforlar var. kaçış o yüzden bu kadar zor ve ekşi sözlükte annelerin temizlik takıntıları o yüzden bu kadar popüler...
31 Mart 2013 Pazar
29 Mart 2013 Cuma
kilo meselesi
uzun zamandır bişey demek istiyorum
bu konuyla ilgili.
hamilelik ve takip eden uzun emzirme
dönemi bedenim çok değişti.
değişmese şaşmalı... ama bu
değişim üzerinde ne kadar az kontrolüm olduğuna da şaşarken
buldum kendimi. ne var ki bu kontrol yitimi hissi aynı zamanda daha
önceki dönemlerimde, en kendimle temas halinde hissediyorken bile
kendimi ne çok sıktığımı fark ettirdi bana.
bir nevi hoşuma gitti yani.
neyse işte aslında sıkmanın kendisi
daha derin bir kaybolmuşlukmuş meğer -ne için sıktığını bile
bilmeden sıkıyorsun, atletik bir kadın olarak bir yandan varolan
beden normlarına isyan ediyorsun bir yandan yeni normlar seni
cenderesine alıyor (bu konunun farklı açılımları için susan
bordo'nun dayanılmaz ağırlık klasiği faideli*) ama haberin
yok... uzayda bir gezinti yapıyorsun, aynı aile normları, lost in space...
adeta şükrediyorum ara ara atak yapıp
kilo verip sonra ne kasıyorum diye olayı kendi haline bırakmış
olmaya... sonunda bir nevi farklı farklı
hallerimi bana sevdirdiği için...
fakat olay orda bitmiyo ki.
kilo aldığım zamanlarda ancak
çevremdeki toplumsal normları ve karşıdaki kimsenin sınırlarını
iplemediğini tüm dünyaya duyurmuş kişiler yorum yapıyordu
konuyla ilgili.
bir de annem. ama anneme bir
www.bodypositive.com linki göndermemle vazgeçmesi bir oldu. bu
kadar basitmiş meğer, onca yıldır :) heralde zamanıymış... bunu ne kadar takdir ettiğimi bu konuyu
açmadan ona söylemenin yolunu bulabilmiş olmadığım için
galiba, söyleyememişim, şimdi fark ettim.
diğer arkadaşlar vaz falan geçmediler
tabi. üstelik bu yorumların olumlu ya da olumsuz olması o kadar farketmiyor. "kilo almışsın, "kilo vermişsin," hatta "bedenle barışık olmak en güzel bişey." inanılmaz ama gerçek: hepsi aynı mütecavizlikte söylenebiliyor. zamanla, konuyu açtıklarında ne diyeceğimi düşündüğüm zamanlarda yani, onlara mesela anneme diyebileceğim gibi "seninle bedenimi konuşmak istemiyorum" da demek istemediğimi fark ettim (gerçi bunu aramızdaki sınırlar en soğuk olduğu zamanda bile baya belirsiz olan biri olan anneme diyebiliyosam herkese diyebilmeliydim sanki?). o kadarıyla bile konuşmuş olduğumu, o kadarına bile tahammülüm
olmadığını. sınırlarımı takmayan biriyle sınır konuşmanın
buyur ihlal et gibi bir tarafı var çünkü sanırım. ben de olumlu
veya olumsuz tepki verip konuyu zevklendirmek yerine, bu şekilde bir
yorum gelip kafam karıştığında bu karışıklığı fark edip,
kendi kendime hakkımı teslim edip, sonra da ciddi ama abartmayan
bir ifadeyle o konuyu konuşmak istemediğimi söyleyip devam
ediyorum sanırım.
bunun daha kadın versiyonu da senin
yanında sürekli kendi kilosundan bahsetmek. benim senden daha ağır
olduğum belliyken sürekli ne kadar çok kilo aldığını
vurgulaman ne gıcık biliyo musun? diyebildiğim kadınlarla yine de
sorun değil. yani acayip kuul, bilgili, efendime söyleyim alternatif
yaşam tarzları benimsemiş vs. kadınlar, bu şekilde
veya değil, eğer aşağı yukarı her görüşmemizde kendilerinin
veya başkalarının kilolarından bahsediyolarsa bu hem çok garip
hem de çok üzücü ama eğer konuşabiliyorsam yine de sorun değil.
ama bir de karşımda bundan söz ettiğimde bozulan biri varsa? gerçi bu tip konuşmaların bazen yanındakini rahatlatmayı amaçlamak gibi iyimser bir yerden de gelebileceğini, ama her halükarda konuşana ve yanındakine zarar verdiğini de hatırlamalı.
üstelik kendilinden kilo verdiğim zamanlarda
aslında bi yerde daha da zor başka bişeyle karşılaşıyorum: "ne
kadar zayıflamışsın ne güzel olmuşsun" "iltifatı."
ben zayıflıkla güzelliğin birbirini otomatik çağırdığını
düşünmüyorum. düşünenleri yüzeysel buluyorum. ama
her gündelik konuşmanın ortasında bunu tartışmak istemem. ama
sen her gündelik konuşmanın ortasına bu gibi yargıları, üstelik
şeker kaplı olarak fırlatmakta bir beis görmüyorsun? üstelik
çok tatlısın, gerçekten. şeker kaplı yargılarla başa çıkmak
gerçekten zor sadece... bunların bana iyi hissettirdiğini düşündüğüm zamanlar da oldu. neden bir yandan iyi hissedip bir yandan hüzünlendiğimi, kendimden memnuniyetsizlik duyduğumu anlayamadığım zamanlar... gerçekten şekere benziyorlar bu yönleriyle, bir yandan tatlı bir yandan güçlü tahribat etkili... yine de bu "iltifat"larını bile
sorguladığımda, üstelik bunu gündelik hayatın gündelik
konuşmaları içinde yaptığımda bana manyak muamelesi yapmadan
ciddi ciddi konuşabildiğim arkadaşlarımla bu sadece sorun değil
değil aynı zamanda güzel bile. öyle öyle insan kendini de
arkadaşını da daha iyi tanıyor.
bir de medyanın, onun fişteklediği az çeşit üreterek varolmaya devam etmeye çalışan şirketlerin vs. çabalarının tıpla tamamlanmasını olayın bir diğer veçhesi gibi sunma ekolü var. "tamam güzellik göreceli ama herşeyin başı sağlık"
argümanı yani, ki ona da değinmeden geçemeyeceğim. beden kitle indeksi
şöyle olunca böyle oluyomuş da böyle olunca şöyle oluyomuş...
üstelik ben buna son araştırmalar beden kitle indeksinin biraz
üstünde olan insanların morbiditesi aslında daha azmış, kilolu
kadınlar kemik erimesini daha iyi tolere ediyomuş falan diye de
karşılık vermek istemiyorum artık çünkü bilim-sağlık bir
araştırma alanı olarak pek hoş da çıkış noktası olarak çok
başarısız. hoşluğu değişime açık olmasından, dayanak olarak başarısızlığı da değişkenliğine rağmen doğruluk ve haklılık iddiasından geliyor.
çıkış noktası olarak daha başarılı olansa, daha önceki göbeği serbest mi bırakçaz napçaz yazısında müge'nin önerdiği birbirimize yeni aynalar yaratma çabası olabilir... kurumlardan onay alma ihtiyacı olmayan, kurumları -medya, fabrika, okul, tıp- yeniden üretip durduğumuz ilişkilerden ziyade bunu görmekten gocunmadığımız, farklı hallerimizi beraber deneyebildiğimiz müstakil ilişkiler, ağlar, ki bütün bunlardan söz edebiliyoruz çünkü aslında onlar da varlar...
*bordo,
susan. unbearable weight: feminism, western culture and the body.
berkeley, california: university of california press, 1993.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)