10 Ocak 2013 Perşembe

çare bensiz

bugünlerde kardeşlik ve çatışmayı düşünüyorum. anneyi paylaşmanın ne zor olduğunu, paylaşanların güzelliğini, çatışsalar da kardaşların aynı karından çok aynı aşkı paylaştıkları için -ya da bu bir ve aynı şey olduğu için benzediklerini... ben ve kardeşimin durumunda mesela bu aşk çok umutsuz ve buna rağmen belki de bu yüzden paylaşması çok zor. başka türlü de oluyordur belki, ne bileyim kendini adayan anneler ve çocuklar bağlamında paylaştıkça artan tatlar. ama bu durumların da kişinin sadece kendisine değil başkalarına da ihanetleri anlamına da geldiği de oluyor. kısacası anneyle ilişkiler ve çocuklarla, gerçekten bize çok umusuz görünen erişkinlerin-birbirleriyle-girdikleri-cinsellik-göndermeli-ilişkilerden (kısaca kadın erkek ilişkileri ama kestirmeden gidelim derken herşeyi kesmeyelim) daha umutsuz aşklar olabiliyor. bunlar benim için en çok orhan gencebay'ın dertler benim olsununu dinlerken netleşiyor.


Orhan Gencebay - Dertler Benim Olsun ile  

 bir zamanlar benim sevgilimdin, yanımdayken bile hasretimdin. şimdi başka bir aşk buldun, mutluluk senin olsun. dertler benim çile benim, hayat senin, senin olsun.... bu adayış bildiğimiz bir aşk ilişkisinde bizi şaşırtırken en mesafeli anne çocuk ilişkileri ve kardeşler söz konusu olduğunda bile -hatta bazen en çok da orada- şaşırtmıyor. ben bu hissi oldukça net hatırlıyorum. bebek kardeşim soğuk bir kışta annemin kucağında, yeni başladığım, kendimi atılıp fırlatılmış hissettiğim okuldan dönmüşüm. ben onlara bakıyorum onlar bana. annemin büyük bir ihtimalle bebek kardeşimi de yakında böyle kucaklamayacağını da az çok tahmin ediyorum çünkü çok rekabetçi ve yoğun bir işyerinde dezavantajlı koşullarda çalışıyor vs. onlara imrenerek ama razı olarak bakıyorum. çok çaresiz görünüyorlar onlar da. benim kadar çaresiz belki. ben o kabullenişte çare buluyorum bir nevi, çare olmasa da manevi-güç belki. şimdi bunun daha az acı vermeyeneni ama belki de daha ferahlatıcısını annelerin çocuklarla hissettiğini anlıyorum. çocuklarının bağımsızlaşmasından razı ve mutlu olarak ama özleyerek çekilen güçlü anneleri düşünürken bu şarkı anlam değiştiriyor, derinleşiyor bir yerde... anneler çocuklarına söylediğinde de, çocuklar annelerini herşeye rağmen herşeyden çok sevdiğinde de çok güzel şarkı bu.... bunu hisseden olmuştur, keşke yazsa, konuşsak onlarla da. bir yerde iyi bir terapistin ruh hali de var burda... yani bir kadın erkek ilişkisinden çok başka şeyler de var bu parçada. örneğin orhan babanın bize toplumsal terapi yapması! annelik etmesi bir nevi. kadın erkek bir çoğumuza... bunun gittiği yeri, milliyetçiliğin biçimlediği günü, siyasetin cinsiyetini başka bi başlıkla yazmayı umuyorum. bu  klipte/filmde tarif edilen hisler işte mesela milliyetçi çatışmaya da yabancı değil. ama kadın-erkek ilişkisine yabancı... ama dedim ya, o yabancılaşma hatırlatıyor bize çatışmaya dair diğer duygularımızı... necla nazır'la orhan gencebay da aslında baş aktörleri oldukları bir kan davasının ve bu davaya mütekabil sol-sağ/kardeş kavgasının tam göbeğinde karşılaşıyorlar... (görüntüler bıktım her gün ölmekten'den, aslında yaşamak bu değil'in söylendiği sahne. parça ise ben doğarken ölmüşüm'de mapus damında erkek dünyasında geçiyor. bu sahneler gerçekten daha çok yakışmış parçaya. ama ben doğarken ölmüşüm'de de kardeşi yerine hapis yatarken sevdiği kız da başkasıyla evlendiği için mutluluk bizim olsun'u mutluluk senin olsuna dönüştürmesi de yine kardeşlerarası gerginlik meselesi). okuldan eve geldiğim o gün, 1979'da, ve o gün bu gündür hiç ara vermeden olduğu gibi...